Trabzon Hasırı 900 ayar Gümüş ve 22 (916)ayar Altın olarak üretilmektedir.
Çok özenli işlemler sonuncunda 0.3 mm ve 0.35 mm kalınlığında oluşturulan Hasır teli il olarak Trabzon’un örücü bayanlarına örmeleri için verilmektedir. Yüzyıllardır bu Sanatı yaşatan örücü bayanların, hünerli ellerinde uzun sureli uğraşlarla şekillenen Hasır örgüler sonra atölyelerimizde değerli ustalarımız tarafından takı olarak hazırlanır. Hasır atölyelerde birçok önemli ince işlemden geçer. Sonra yine atölyelerde çeşitli toka tasarımlarıyla farklılık ve çeşitlilik kazanır. Trabzon Hasırı bayanlara daha çok kemer, bilezik, gerdanlık, küpe, yüzük, broş olarak sunulur. Erkeklere daha çok kravat iğnesi ve kol düğmesi olarak sunulur.
Trabzon Hasırı Trabzon El Sanatı ürünlerinin en önde gelen ürünüdür ve tüm Dünya'ya Trabzon'dan pazarlanır. Türkiye de ise ağır El Sanatı takı olarak 1. Sırada tercih edilir. Hasır’ın bir önemli özelliği de geri dönüşümünde diğer takılar gibi para kaybı olmamasıdır.
Trabzon Hasırı çok kullanışlı olmakla beraber sağlamlığı torunlara bırakabilmesinin en büyük sebebidir. El emeği göz nuru oluşu da onu çok tercih edilen bir takı olarak hala Dünya'nın ve Türkiye’nin gündeminde olmasını sağlar.
Trabzon'un bazı ilçelerinde kadınların örtünme amacıyla kullandığı sarı, kırmızı, siyah ve beyaz renklerin hakim olduğu Keşan bezi, 500 yıldır kadınlar tarafından pamuk ipliklerinin bir haftayı aşan boyama ve çözgü işlemlerinin ardından el yapımı tezgahlarda ilmek ilmek dokunuyor. Türk Patent Enstitüsünce (TPE) 2008 yılında ''mahreç işareti'' olarak tescillenen Çarşıbaşı Keşan bezi el emeği, göz nuru bir ürün. Çarşıbaşı Kaymakamlığının yaptırdığı araştırmaya göre, bir benzeri Orta Asya'da Türkler tarafından kullanılan Keşan bezi, Trabzon'un Çarşıbaşı ilçesinde yaklaşık 500 yıldır el yapımı tezgahlarda kadınlar tarafından üretiliyor. Geçmişte kök boyalarla boyanan ipek ipliklerden dokunan kumaş, pahalı olan bu ipliğin maliyeti artırması üzerine son yıllarda pamuk ipliğinden üretiliyor. İlçede 1930 ve 1940'lı yıllarda Adana'dan getirtilen pamuk ipliklerle 500-600 civarında evde el tezgahlarında üretilen Keşan bezi, 1990'lı yılların sonuna doğru unutulmaya yüz tuttu. Bu durumun ilçe için kayıp olacağını fark eden Çarşıbaşı Kaymakamlığı 1997 yılından itibaren düzenlediği kampanyalar ve açtırdığı kurslarla Keşan bezi dokuyan kişi sayısını artırdı.
Çarşıbaşı'nda, bu çabaların da etkisiyle son dönemlerde yılda 1,5 milyon metrekare Keşan dokunarak 10 milyon liranın üzerinde gelir elde ediliyor. Kaymakamlığın başvurusuyla 2008 yılında tescillenen Keşan bezi, yöreye gelen yerli ve yabancı turistlerin de ilgisini çekiyor. Folklorik olarak gömlek, etek, çanta, örtü, şal, şapka, başörtüsü, kaşkol ve çocuk kıyafetleri yapılan Çarşıbaşı keşanı, ilçede 350 civarında tezgahta kadınlar tarafından üretilen üretiliyor.
Trabon'un bazı ilçelerinde kadınların örtünme amacıyla kullandığı sarı, kırmızı, siyah ve beyaz renklerin hakim olduğu Keşan bezi, 500 yıldır kadınlar tarafından pamuk ipliklerinin bir haftayı aşan boyama ve çözgü işlemlerinin ardından el yapımı tezgahlarda ilmek ilmek dokunuyor. Türk Patent Enstitüsünce (TPE) 2008 yılında ''mahreç işareti'' olarak tescillenen Çarşıbaşı Keşan bezi el emeği, göz nuru bir ürün. Çarşıbaşı Kaymakamlığının yaptırdığı araştırmaya göre, bir benzeri Orta Asya'da Türkler tarafından kullanılan Keşan bezi, Trabzon'un Çarşıbaşı ilçesinde yaklaşık 500 yıldır el yapımı tezgahlarda kadınlar tarafından üretiliyor. Geçmişte kök boyalarla boyanan ipek ipliklerden dokunan kumaş, pahalı olan bu ipliğin maliyeti artırması üzerine son yıllarda pamuk ipliğinden üretiliyor. İlçede 1930 ve 1940'lı yıllarda Adana'dan getirtilen pamuk ipliklerle 500-600 civarında evde el tezgahlarında üretilen Keşan bezi, 1990'lı yılların sonuna doğru unutulmaya yüz tuttu. Bu durumun ilçe için kayıp olacağını fark eden Çarşıbaşı Kaymakamlığı 1997 yılından itibaren düzenlediği kampanyalar ve açtırdığı kurslarla Keşan bezi dokuyan kişi sayısını artırdı.
Telkari Sanatı Osmanlı döneminden buyana Trabzon’da Trabzon Telkari adı altında icra edilir. İlk zamanlarda gelinlerin hamam takunyalarında kullanılmış ve zamanla bu sanat takı ve sus eşyası olarak insanların kullanımına sunulmuştur. Trabzon Telkari Sanatı'nın üretim tekniğinin genel özelliklerini taşımakla beraber örgü dokusu Trabzon yöresine has özelleşmiştir. Trabzon da Telkari Sanatı genellikle hediyelik eşya, aksesuarlarda kullanılır ve pazarlamaya sunulur.
Son dönemlerde Trabzon Hasırı tokalarında dahi farklı modellerle kullanılmakta ve büyük ilgi görmektedir. Trabzon Telkari 0.25 mm kalınlıklarındaki iki telin burulup silindirde yassılaştırıldıktan sonra oluşan yassı telin dantel gibi örülmesiyle meydana gelir. Çok hassas işlemlerden geçen Trabzon Telkari ustaların becerisi derecesinde estetik değerini oluşturur. Ustaların zevkine sanata bakışına göre farklı modellerle pazara sunulur. Son zamanlarda Trabzon da çeşitli kurumlar Trabzon El Sanatını geliştirmek amaçlı kurslar düzenlemektedir. Trabzon Çıraklık Eğitim Merkezi de belge sahibi kalifiye sanatkârlar yetiştirmektedir. Trabzon Telkari Sanatı Trabzon El Sanatları grubunda ağırlıklı bir yeri vardır. Trabzon Hasırı ile beraber dünyaya pazarlanmaktadır.
Türkiye’de de birçok eve süs eşyası veya takı olarak girmiştir. Son zamanlarda plaket veya yarışmada derece alanlara kupa olarak verilmektedir. Trabzon'a gelen her ziyaretçi Trabzon Telkâri ürünlerini görmeden gitmez.
Türkiye’de de birçok eve süs eşyası veya takı olarak girmiştir. Son zamanlarda plaket veya yarışmada derece alanlara kupa olarak verilmektedir. Trabzon'a gelen her ziyaretçi Trabzon Telkâri ürünlerini görmeden gitmez.
Yaklaşık 15-20 cm uzunluğunda sivri ya da yuvarlak uçlu, sap ile kesici bölüm arası süslü bir bıçaktır. Süslemesi ise kazıma suretiyle yapılmaktadır.
Türkiye’de de birçok eve süs eşyası veya takı olarak girmiştir. Son zamanlarda plaket veya yarışmada derece alanlara kupa olarak verilmektedir. Trabzon'a gelen her ziyaretçi Trabzon Telkâri ürünlerini görmeden gitmez.
Yaklaşık 15-20 cm uzunluğunda sivri ya da yuvarlak uçlu, sap ile kesici bölüm arası süslü bir bıçaktır. Süslemesi ise kazıma suretiyle yapılmaktadır.
Bugün yarım asrı aşkın süreyle Trabzon Uzun Sokak'ta varlığını sürdüren Beton Helva hikayesi, 1900’lü yılların ortasına yani kurucusu olan Mustafa ÖZBAK’ın çocukluk yıllarına dayanmaktadır. 1948 yılında ilkokulu bitiren Mustafa ÖZBAK Moloz ’da ufak bir şeker imalathanesinde çırak olarak çalışmaya başlar ve gün geçtikçe kendini geliştirir. Zamanla olgun bir usta haline gelen Mustafa ÖZBAK, askerliğini bitirdikten sonra, 1953 yılında Moloz’daki iş yerinden ayrılarak Uzun Sokak’a gelir. Uzun Sokak’ta bulunan Saruhan Pasajı’nda kendi üretimini yapmaya başlayan Mustafa ÖZBAK, Trabzon piyasasına artık kendi helvasını sunar.
Piyasaya sürülen bu yeni helvaya o yıllarda bir üst katında yer alan Beton Mimarlık İnşaat bürosundan esinlenerek “Beton Helva” adı verilir.
Helvanın yanı sıra Koz Helvası, Dondurma ve Şira üretimi de yapar. İlk üretiminden çok kısa bir süre sonra tadı ve kalitesiyle beğeni toplayan Beton Helva 1960 yılı itibariyle üretim kapasitesini arttırır ve Trabzon piyasasında kalıcı olacağının işaretini verir. 1984 yılına gelindiğinde ise Trabzon şehri ile tamamen özdeşleşen ve Trabzon şehrinin bir simgesi haline gelen Beton Helva, Saruhan Pasajı’ndan ayrılarak, birkaç dükkân ötesinde yer alan bugünkü yerine geçer. Yani Uzun Sokak 21 numara. Bugün halen yaratıcısı olan Mustafa ÖZBAK tarafında yönetilen Beton Helva, kalitesinden hiçbir şekilde ödün vermeden, her geçen yıl gerek üretimini arttırmakta, gerekse pazarlama ve dağıtım ağını genişletmektedir.
Yurtiçi ve yurtdışına hem adını hem de tadını taşıyan beton helvanın ustası Mustafa ÖZBAK, bugün sanatının 60. yılında Trabzon’da oluşturmuş olduğu helva kültürünün haklı gururunu taşımakta ve bu kültürün devamı için sanatını kendinden sonraki nesillere aktarmaktadır…
1953’te şeker imalathanesinde başlayan macerasına 2006’da Uzun Sokak 21 numarada devam eden Beton Helva, ilk günkü üretim ciddiyeti, kalitesi ve tadıyla müşterilerin hizmetinde…
Vakfıkebir Taş Fırın Ekmeği geçmişi, fırını, pişirilmesi, şekli, tadı ve bayatlamayan özelliği ile yalnızca Türkiye’de değil dünyada da eşi olmayan ve dilimle satılan tek ekmektir. Yayla kültürü gereği hayvancılıkla uğraşan ve ilkbaharda yaylaya çıkan aileler 2-3 gün süren yayla yolculuğu yapmaktaydılar. Bunun doğal sonucu olarak 2-3 gün boyunca bayatlamayan ekmeğe duyulan ihtiyaç taş fırın ekmeğinin icadına yol açmıştır. Yayla kültürünün hakim olduğu her yerde buna benzer ekmekler üretilmesine rağmen hiçbirisi Vakfıkebir Taş Fırın Ekmeği kadar ihtiyacı karşılamamıştır. Geçmişi yüzyıllar öncesine dayanan bu ekmek bugün ülkemizin her yanında üretilmesine ve Trabzon Ekmeği olarak bilinmesine rağmen aslına uygun üretimin yapıldığı tek yer Vakfıkebir’dir. Taş fırın ekmeğini özel kılan pişirildiği fırın başta olmak üzere, suyu, odunu, unu, mayası, havası, şekli, ağırlığı ve pişiren ustasıdır. Bu nedenledir ki ülkemizin her yanında üretilmesine rağmen Vakfıkebir standardı hiçbir zaman yakalanamamaktadır. Vakfıkebir ekmeğinin en önemli özelliği taş fırınlarda ve odun ateşi ile pişirilmesidir. Yörede bu fırınları yapan ustalar bulunmakta ve geleneği devam ettirecek olan çırakları yetiştirmektedirler. Fırınların tabanında Osmanlılar zamanında "Şamot" adı verilen, günümüzde ise daha çok Bayburt dolaylarında yapılmakta olan fırın taşı veya kara fırın taban taşı denilen ateşe dayanıklı taş kullanılmaktadır. Kara fırınlarda taban taşından başka aynı özelliklere sahip olan ateş tuğlaları da kullanılmaya başlanmıştır. Yöremizin ustaları yine de iyi bir kara fırın için taban taşı kullanılmasının daha iyi sonuç verdiğini söylemektedirler. Fırının yapılışı sırasında hazırlanan 130 cm. derinliğindeki fırın kuyusunun 80 cm ‘lik kısmına kalın çakıl taşlan konur. Bu taşlar fırının alttan su alması durumunda süzgeç görevi görerek suyun üst kısma geçmesini engeller. Kalın taşların üzerine 20 cm. kadar daha ince çakıl taşı konur. Çakılın üzerini tamamen örtecek kadar ince kum yayılır. Daha sonra ısıyı tutup tekrar yansıtması amacıyla cam kırıkları konulur. Bunun üzerine hem ısıyı tutmak için hem de rutubeti engellemesi için kalın tuz (kaya tuzu) serilir. Tuzun üzerine özel ustalık isteyen bir biçimde fırına taban taşlarının yerleştirilmesine başlanır.
Yerleştirme işinin bitiminde taşların iyice oturmaları için ağaç bir tokmak ile dövülür. Fırın kuyusu yapılırken, fırının ön cephesinde ana kapıdan biraz aşağıda ve yanda cehennemlik adı verilen, dışarıdan odunların konulacağı ve yakılacağı ızgaralı bir bölüm yapılır, ızgaranın üzerinde yakılan odunlardan çıkan ısı fırının içini ekmek pişirmeye hazır hale getirir. İyice yanan odunların közleri de ızgaranın alt kısmına geçerek fırın ısısının devamını sağlar.
Fırınların tabanında Osmanlılar zamanında "Şamot" adı verilen, günümüzde ise daha çok Bayburt dolaylarında yapılmakta olan fırın taşı veya kara fırın taban taşı denilen ateşe dayanıklı taş kullanılmaktadır. Kara fırınlarda taban taşından başka aynı özelliklere sahip olan ateş tuğlaları da kullanılmaya başlanmıştır. Fırının yapılışı sırasında hazırlanan 130 cm. derinliğindeki fırın kuyusunun 80 cm ‘lik kısmına kalın çakıl taşlan konur. Bu taşlar fırının alttan su alması durumunda süzgeç görevi görerek suyun üst kısma geçmesini engeller. Kalın taşların üzerine 20 cm. kadar daha ince çakıl taşı konur. Çakılın üzerini tamamen örtecek kadar ince kum yayılır. Daha sonra ısıyı tutup tekrar yansıtması amacıyla cam kırıkları konulur. Bunun üzerine hem ısıyı tutmak için hem de rutubeti engellemesi için kalın tuz (kaya tuzu) serilir. Tuzun üzerine özel ustalık isteyen bir biçimde fırına taban taşlarının yerleştirilmesine başlanır. Yerleştirme işinin bitiminde taşların iyice oturmaları için ağaç bir tokmak ile dövülür.. İyice yanan odunların közleri de ızgaranın alt kısmına geçerek fırın ısısının devamını sağlar. Fırın tavan tuğlaları hafif kavis yapacak şekilde örülmekte ve fırının içine kubbe şekli verilmektedir. Tavan örülürken cehennemlikten uzak olan arka üst kısımda 20 cm. x 20 cm. boyutlarında fırının büyüklüğüne göre bir veya iki tane baca yeri bırakılır. Bu bacalar ateşe dayanıklı tuğlalar ile yukarıya doğru örülüp tavan kısmının üzerinden geçirilerek ana bacaya bağlanır. Ana baca fırının dışında ana kapağın hemen üzerindeki boşlukta 20 cm. x 80 cm. veya 40 cm. x 40 cm. boyutlarında yapılmaktadır. İç bacalara birer tane baca kapağı konur. Bu kapaklar fırın dış cephesinde bulunan birer kol yardımı ile kontrol edilir, iç bacalar cehennemlikte yanan odunların isini, kokusunu ve dumanını ana bacaya gönderir. İç bacaların cehennemlikten uzak olmasının nedeni ise, odunların alevlerini fırının tavanına doğru çekmesidir. Fırının tavanına gelen yüksek alevler fırın içinin pişirmeye hazır hale gelmesine (tavlanmasına) sebep olur. İç bacalar odunlar köz haline gelene ve fırın içi tavlanana kadar açık bırakılır. Fırın pişirmeye hazır hale geldiğinde dış kısımdaki kollar yardımıyla baca kapakları kapatılır. Közlerden çıkan sıcaklık fırın ısısının devamını sağlar. Örülmesi tamamlanmış olan fırında tavan tuğlalarını ve harcını sıkıştırmak, fırını kurutmak için üç gün boyunca "ranos" (tavlama) adı verilen ateş yakılır. (Tavlama işinden sonra fırının içine sinen koku ve is ile tavan ve bacadan dökülen tozlar önce uzun saplı bir süpürgeyle süpürülür ve daha sonra ucuna ıslak bez sarılmış -yörede "silengi" adı verilen- uzun saplı paspas kullanılarak tüm is ve kalan tozlar toplanır, fırının içi temizlenir. Fırın kullanılmaya hazır hale gelir.
Sütün yayıklanmasıyla elde edilen yağ. Elde ediliş şekillerine göre köy tereyağları, süthane tereyağları ve pastörize tereyağları olarak adlandırılırlar. Tereyağı bazı yörelerde yoğurttan, bazı yörelerde sütten yapılır. Yoğurttan yapılan lezzet ve rayiha bakımından diğerinden üstünse de randımanlı olmayışı yüzünden tereyağı endüstrisinde kullanılmaz.
Türkiye’de Vakfıkebir (Trabzon) tereyağlarının meşhur olması yoğurttan yapılmasındandır. Sütten tereyağı elde etmek için önce krema elde edilmekte, bilahare bundan tereyağı yapılmaktadır. Krema elde etmek için merkezkaç kuvvetiyle çalışan makinalardan faydalanılır. Elde edilen krema pastörize edildikten sonra nötralize edilir. Yani fazla asitliği bertaraf edilir. Pastörize edilmiş kremaya, tereyağına tat ve koku veren mikroorganizmalar öldüğünden laktik ve aromatik kültürler ilave edilir. Bu şekilde kültür ilave edilmiş krema özel kaplarda 12-15°C’de olgunlaşmaya bırakılır. Olgunlaşma neticesinde krema yayıkta yayıklanarak tereyağı ve ayran kısmı ayrılır. Tereyağı malaksör denilen makinaya alınarak karıştırılmak ve yoğrulmak suretiyle suyu ve kıvamı ayarlanır. 4-8°C’lik odaya nakledilerek soğutulur ve paketlenir.